Bu eser, Firavunluğun sonunu anlatmak için yapılmıştır. Bu, Firavunlar mezarının tepesine dikilmiş bir mezar taşıdır. Fir’avun, başkalarını da var etme derdine düşseydi hem kendi var olacaktı, hem başkaları. Maskara olmayacaktı ve rahmetle anılacaktı. Kendi varlığını başkalarının yokluğunda gördüğü için hiçliğe yuvarlandı, bunu anlamsız bir piramitle var göstermeyi denedi. Başaramadı. Ebedler boyunca lanetle anılmayı seçti. Bilgi: Bir insan bütün güç ve kudretin, gerçek ve bizatihi varlığın tek Allah’a ait olup, kendisinin de bu muazzam varlık ve kudret karşısında bir “hiç” olduğunu idrak etmedikçe kemale ulaşamaz. Bu sebeple şu “dört hiç’i hiç unutmamak lazımdır: 1. Dünyanın bütün sıkıntıları cehennem azabının yanında “hiç”tir. 2. Cehennem azabının en korkunç derecesi Allah’ı görmekten mahrum kalmanın yanında “hiç”tir. 3. Dünyanın bütün nimetleri cennet nimetleri yanında “hiç”tir. 4. Cennetin bütün nimetleri Allah’ı bir defa görmenin yanında “hiç”tir. Bunlar herkese göre değil, Allah’ı bilenlere göredir. Nice kimselere göre dünyanın bir çöpü cennetten daha değerlidir. Bunların derekesine düşmekten Yüce Allah’a sığınırız. Bu eser, Laleli Baba’nın Sultan Üçüncü Mustafa ile olan hatırasının hatırası olarak yazılmıştır. Türünde ilktir. Hazret-i Mevlana bu konuda şöyle demektedir: “Sarığıma, cübbeme, başıma.. Bu her üçüne birden kıymet biçtiler. Bir kuruştan daha az değer verdiler. Sen dünyada benim adımı hiç mi duymadın? Ben bir hiçim, Ben bir hiçim, Ben bir hiç.. (Rubailer, 1421) Birde , Meşhur Laleli Baba’nın Hiç’i vardır ki; bir insan bütün güç ve kudretin, gerçek ve bizatihi varlığın tek Allah’a aid olup, kendisinin de bu muazzam varlık ve kudret karşısında bir “hiç” olduğunu idrak etmedikçe kemale ulaşamaz LÂLELİ BABA HİKAYESİYirmi altıncı Osmanlı Padişahı Sultan Üçüncü Mustafa, padişahlığının ele avuca sığmaz günlerini yaşıyordu. İstanbul, bir o kadar daha İstanbul görünüyordu gözüne ve dünya bir o kadar daha küçük. Topkapusu Sarayı bir öyle büyük, İstanbul bir öyle büyük; Topkapı Sarayı ve İstanbul cihandan da büyük.. Ve bu büyüklük içinde üçüncü Mustafa büyük daha büyük! Gururun da üstünde bir gurur; insan ve insanlığı küçülten bakışlarca mağrur... Bir insan ki Üçüncü Mustafa padişahlığının ilk günlerinde, gururdan ve kibirden ibaret bir dört duvar içinde mahsur!... Ve öte yanda, yine İstanbulda bir kendi halinde; görünüşte bir küçük... Ürkek bakışlarında sadece sevgi, ışıl ışıl bir sevgi dolu bir küçük insan: Eskici. Yüreği insanları sevmekten yorulmamış; gözleri, Tanrının yarattıklarına sevgi ve saygıyla bakmaktan doymamış bir nurlu ihtiyardı bu eskici. Eski ve yırtık mestlerin, çediklerin, çizmelerin ve çarıkların deri kokan ağır ve nemli havasında, kapısının önünde yetiştirdiği lâlelerin ateş kırmızısını, kadife yeşilini ve şehit kanı alını, su beyazını renk renk toplayıp bir gönül cenneti kurmuştu. Laleleri yüzünden bütün semt ona Laleli Baba derdi. Laleler Tanrı’nındı: onları incitemezdi. İnsanlar da Tanrı’nındı; Laleli Baba insanları da incitemezdi. Yaradılanı hoş görürdü Yaradandan ötürü. Kader, bir gün, o gurur yüklü padişahla bu sevgi ve aşk dolu insanı yüz yüze getirdi. Padişah, Cuma selamlığından dönüyordu. En büyük gördüğü İstanbuldan da büyük bakışları vardı çevresine; cümle kulları, yolun iki tarafında saf olmuş ""Padişahım çok yaşa""! diye alkış tutuyordu. Ve ulu dağlar gibi gerdan kıran atının üstünde Üçüncü Mustafa alkışlara tepeden bakıyordu. Ama birden, bir yerde, o ulu dağlar gibi gerdan kıran at, durdu; yürümedi. Laleli Baba'nın eskici dükkanının önünden geçiyorlardı. Ve orda halk Laleli Babaya saygı için dükkanın önünü boş bırakmıştı Padişah, o boşluktan Lâleli Babayı gördü: yan gelmiş yatıyordu. Sanki geçen cihan padişahı değildi. "Bre nâbekar " diye bir ses gürledi; yeniçeri ağasının sesiydi. ""Tiz Efendimizin özgesinde sarıl... Kuşca cânını bağışlaya"" Herkesi titreten bu ses, Laleli Baba'nın kılını bile kıpırdatmadı. O, hâlâ yattığı yerde, lâlelerine dalmıştı. Yeniçeri ağası hışımla yanına vardı; ama padişah da gelmişti; merakla "Bırak!.." dedi. Vezir-i Azamdan iç oğlanına kadar herkes, bu meczup ihtiyara acıyarak bakıyordu. Fakat o hiç bir şeye aldırmıyordu. Padişaha bakan gözlerinde yalnız, garip bir merhamet vardı. "Ne istersin?" diye sordu. "Bir derdin mi var?" Deli miydi bu adam ? Aklından zoru mu vardı ? Böyle bir soru cihan padişahına nasıl sorulurdu. Yeniçeri ağası yerinde duramıyordu. Padişah hırçın ve mağrur: "Sen bilmez misin ki" diye azarlardı Laleli Babayı: "Sen bilmez misin ki biz cihan padişahıyız... Bize saygı gerek. Kimsin, necisin sen?" "Ben mi ?" diye cevap verdi Laleli Baba yattığı yerden. ""Ben bir hiçim. Sadece bir hiç!... Padişahım dedin ; sana bir şey sormak dilerim. Sen padişah olmak için ne yaptın? "" Herkes bu kendini bilmez kişinin başını cellada verecek diye beklerken o gurur yüklü padişah, bir tuhaf, başını eğip cevap verdi: "" Okudum bir sürü eğitim gördüm. Valilik yaptım; yetiştirildim"" ""Yaaa!..."" deyip sustu Laleli Baba. Sonra birden: ""Peki sonra ne olacaksın?... Padişahsın işte, sonra ? Sonra ne olacaksın?..."" Şimdi padişah düşünüyordu... Eli sakalında kalakaldı. ""Sonra?.."" diye kekeledi; ""Sonra? Sonra hiç... hiç bir şey ... hiç!.."" Sapsarı olmuştu.Gözlerindeki gurur parça parça dökülüyordu. Laleli Baba yumuşak, tatlı ve sevgi dolu bakarak "" Gördün mü ya ?"" dedi. Ben şimdiden hiç im; Senden çok daha önce... İstanbulu dolduran gurur işte o anda kırıldı. Ve şaşkınlıktan, koskoca ve iri açılan binlerce gözün önünde padişah atından indi; iki büklümdü. Bugün orada o padişahın yaptırdığı Laleli Camii var. Ve semtin adı Laleli.(Mustafa Necati Sepetçioğlu, Bir Büyülü Dünya ki/ s: 80, Akran Yayıncılık, İst, 1993)(Hikayesi için bakınız: M.Necati Sepetçioğlu / Türk İslam Efsaneleri, s: 80, İrfan Yayınları, İst, 2005)Yazı Türü: Modern Hat: Ali Hüsrevoğlu Kağıt deseni: Dijital Çalışma Özelliği: Türünde ilktir.